TüLIN ÖZEN'DEN SAMIMI AçıKLAMALAR: BIZ DAHA RAHATTıK, OYUNCU OLMAK YETIYORDU

Birçok iyi yönetmenle çalıştı, hafızalara kazanan filmlerde rol aldı. Ekrandaki işleriyle geniş kitlelere ulaştı. Tiyatro sahnesini hiç bırakmadı. Ve bu hafta 43. İstanbul Film Festivali Ulusal Yarışma’da ‘Terreddüt Çizgisi’ filmiyle En İyi Kadın Oyuncu ödülünü kucakladı. Selman Nacar’ın yönetmenliğini yaptığı film vizyonda. Tülin Özen’le buluştuk; hayatını, aşkı ve oyunculuk dünyasını konuştuk: “Biz daha rahattık, oyuncu olmak yetiyordu, o kadar güzel olmaya gerek yoktu.”

Ödül aldıktan iki gün sonra bir araya geliyoruz. Bağımsız filmlerdeki rollerinden dolayı mesafeli bir duruşu olduğunu sananlar olabilir. Oysa çok rahat sohbete başlayacağınız, samimi biri. Zaten kendini de “Mesafem yok, sadece sıcak değilim” diye anlatıyor. Mavi gözleri ve anlamlı bakışlarıyla sohbet ederken de filmlerdeki gibi birçok derdini anlatıyor aslında...

◊ Öncelikle tebrikler...

Teşekkürler.

◊ İsminin başına konan ‘Ödüllü oyuncu’ sıfatı sana ne ifade ediyor?

İlk ödülümü ‘Meleğin Düşüşü’ ile almıştım (Altın Portakal). Mühendislik eğitimini bırakıp “Ben oyuncu olacağım” dediğimde ailemin ve çevremin kafasını karıştırmıştım. Dolayısıyla o ödül “Bakın, ben boşuna böyle bir şey istemedim” demek ve büyüklerimden icazet almak gibi olmuştu. Şu anda da emeklerinin karşılığını alma hissi veriyor.

◊ Altın Koza, Altın Portakal, SİYAD’dan ödüllerin var. Bunlar bir oyuncu olarak seni hiç havalandırmıyor mu?

Havalanıp havalanmadığımı bilmem, sen söyle (gülüyor). Bende pek öyle şeyler çalışmıyor; kendi korkularım, kendi kaygılarım aynen devam ediyor.

◊ Festivallere çok sık gidiyorsun. Son filmin de Venedik Film Festivali’nde gösterildi. Sen başrol oyuncusu olarak oradaydın. Ama başka kadın oyuncular kıyafetleriyle bütün gazete manşetlerini süsledi. Bu konu hakkında ne düşünüyorsun?

O festivalin tercihi diye düşünüyorum. Festival kendine öyle bir kulvar açmış, oradan tanıtım yapıyor. O arkadaşlar da o tanıtımı yapmak üzere oraya gidiyor. Ama benim gittiğim festivalle onların gittiği festival aynıymış gibi hissetmiyorum.

◊ Neden?

Çünkü o sırada ben bilet kuyruklarında, başka yönetmenlerin filmlerini ve söyleşilerini takipte oluyorum. Yani benim gündemimle oradaki diğer arkadaşlarımın gündemi tamamen başka. Hangisi daha eğlencelidir onu bilemiyorum, diğer tarafı hiç deneyimlemedim ama keyif alıyorlarmış gibi görünüyor, o da güzel.

◊ Neden diğer tarafı deneyimlemedin?

Ben işin olduğum tarafıyla daha çok eğlendiğimi düşünüyorum. Onların başardığı şeyi başarabilir miyim? Onu da bilmiyorum. Ben öyle mutlu da olamıyorum. Mesela birazdan Muhsin (Akgün) fotoğraflarımı çekecek, o kadar rahat ve mutlu olmayacağım, muhtemelen kavga edeceğiz (gülüyor).

◊ Popüler olup daha çok kazanmayı seçmediğin için hiç pişmanlık duyduğun oldu mu?

Ben seçmedim diye bir şey yok. Bir işim varsa röportaj veriyorum, fotoğraf çektiriyorum. Sanırım biraz dönemle de alakalı, bizim başladığımız yıllarda sosyal medya ve bu kadar büyük bir baskı yoktu. Biz daha rahattık, oyuncu olmak yetiyordu, o kadar güzel olmaya gerek yoktu. Şimdi yeni başlayanlar için büyük bir ağırlık ve baskı olduğunu düşünüyorum.

◊ Oyuncuların influencer gibi takılması hakkında ne düşünüyorsun?

Yani ikinci bir meslek yapıyorlar diye düşünüyorum. Nasıl birçok oyuncu arkadaşım iş bulamadığında kafede çalışabiliyorsa onlar da herhalde influencer’lık yapıyor. Ama bu başka şeylere yol açabiliyor, mesela oradaki takipçi sayıları çok kıymetli oluyor. Oyuncular ona göre seçilir bir hale geliyor.

◊ Bu takipçi sayısı ve oyuncu dengesine bozuluyor musun?

Bozulmuyorum ama işi bozduğunu düşünüyorum. Sistemin geldiği yeri eleştirmeyi tercih ediyorum.

◊ Peki, güzellik algısından çektin mi?

Çektim ama herkes kadar, kimi seviyor kimi sevmiyor. Yani gözlerimi çok seven de var, o rengi hiç sevmem diyen de.

◊ Oyunculuk ve yetenek dışında göz rengi üzerinden bir role seçilmeyi ya da seçilmemeyi hangi noktada kabulleniyorsun?

Bunu sisteme duyduğum öfkeyi devam ettirerek kabul edebiliyorum. Kişiselleştirmemeye çalışıyorum. Hepimiz bu sistem içinde bazı özverilerde bulunuyoruz, yapmak istediğimiz şeyleri o kadar ahlaklı yapamadığımız durumlar oluyor, bunları da kabullendim. Kendim ne kadar bir sürü şeyin altına girmek zorunda kaldıysam, bir sürü arkadaşım da daha büyük bir baskı hissedip bir sürü şeyin altına giriyor. Ben o noktada bütün bu sistemi eleştirmeye ve ona öfke duymaya devam edeceğim. Yolumu orada buldum.

◊ Öfke duyduğun sistemin içinde yer almak zor değil mi?

Zor tabii, en çok orada psikolojimi yüksek tutmaya çalışıyorum. Çünkü işlerin daha iyi gittiğini, çeşitlendiğini düşünmüyorum. Daha tekdüze bir şey yaşamaya başladık. Bu kadar tekdüzeleşince daha çabuk yönlendiriliyoruz. Hiçbir şeyi düzgün konuşamıyoruz, ne güzelliği, ne kadın olmayı, ne yaşadığımız mobbing’leri...

◊ Konu oraya gelmişken yıllardır bu sektörün içinde sen fiziksel ya da psikolojik şiddete maruz kaldın mı?

Söylediğim şeyin yeterince kıymet görmediğini gördüğüm anlar oluyor.

◊ Kadın olman sebebiyle mi?

Evet, yani aynı anda bir şeyi bir erkeğin söylemesiyle bir kadının söylemesi arasında kesinlikle bir algı farkı var.

BUNA ŞAŞIRMIŞ OLMAN BENİ ÇOK ÜZÜYOR HAKAN!

◊ Üç tiyatro oyunun birden var. Biraz deli işi değil mi?

Şu anda dizi yapmadığım için daha rahat. ‘Nora’ zaten üçüncü senesinde. ‘Canavar’ın ikinci senesi. ‘Terörizm’ de yeni oyun.

◊ Sen yıllardır tiyatro sahnesindesin. Bir süredir ekranda gördüğümüz popüler isimler de tiyatro yapıyor. Buna ne diyorsun?

Popüler olana, anaakım olana, alternatif olana ihtiyacımız var. Yapılacak her şeye ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum ve etkilenmiyorum. Ama benim isteğimi, azmimi, heyecanımı öldürürlerse, bu işi yapamayacak hale gelirsem tabii öfkelenmeye başlarım.

◊ Ne senin isteğini öldürür?

Tiyatronun kimyasını bozmaları.

◊ Hayallerinde hiç oyuncu olmak yokmuş çocukken, doğru mu?

Benim zamanımda televizyonda uzaya roket gönderiyorlardı, niye oyuncu olayım! O zamanlar hepimiz astronot olacaktık.

◊ İTÜ elektronik mühendisliğini kazanıyorsun, sonra bırakıp Yeditepe Üniversitesi Tiyatro Bölümü’ne geçiyorsun. Hayalinde yokken, oyuncu olmak nereden çıktı?

Ortaokulda tiyatro yaptım. Kendimi çok ifade edebilen biri değildim, sessiz, sakindim. Dolayısıyla bir şeyleri söyleme yolu olması beni etkiledi.

◊ Kariyer yolculuğun sana ne öğretti?

Çok da bir şey öğretmedi. Açıkçası hâlâ ‘doğru mu yaptık, yanlış mı yaptık’ gibi şeylere takılıyorum. Bazen doğru bazen yanlış yapıyorum. Ama “3-2-1 kayıt” dediklerinde ya da sahneye çıktığım anda yaşadığım şey, bütün korkularımdan azade bir an oluyor. Ve bence böyle bir anı birçok meslek sahibi yaşayamıyor. Bir sürü derdinden tık diye kopup sadece bir hikâyenin içinde karşıdaki insanın gözünün içine bakıp bambaşka bir duygu, bambaşka bir ruh hali deneyimlemeyi bana sunuyor.

◊ Sosyal medyada, internet sözlüklerinde güzelliğine çok övgü var...

Buna şaşırmış olman beni şu an çok üzüyor Hakan (gülüyor)!

◊ Aa aşkolsun, bence de öylesin. Hep böyle albenili ve güzel bir kadın mıydın?

Çocukken çok daha tatlıydım, renkli gözler, sarı saç, beyaz bir ten...

◊ Ama seksi dergi kapakların, güzelliği ön plana çıkaran çekimlerin yok. Neden bunu daha geri planda bıraktın?

Sağ olsunlar, anne ve babama müteşekkirim. Ben de elimden geldiğince kendime bakmaya çalışıyorum, sporumu yapıyorum, düzenli beslenmeye çalışıyorum. Fakat bu kısımdan ziyade daha çok işimle ilgileniyorum.

ŞÜKÜR, BİZİM EVDE ‘HAMLET’ ÜZERİNE KAVGALAR EDİLMİYOR

◊ 40’lar sana nasıl geldi?

Rahatlama gibi geldi. Yapabildiklerimi yapıyorum, yapamadıklarımı yapamıyorum. O anlamda pozitif, tatlı bir his.

◊ İnsanlara karşı hep mesafeliymiş hissi uyandırıyorsun. Gerçekten de mesafeli misin?

Mesafem yok, sadece sıcak değilim. Hemen birbirimizi seveceğiz mesajı veren biri değilim. Ama mesafeli olduğumu sanmıyorum. Cinsiyet, yaş, sınıf farkı falan hissetmeden konuşan biriyim.

◊ “Tanıdığınız insan ben değilim” demişsin. Sen kimsin o zaman?

Buna bir cevabım yok. Muhtemelen toplamda düşündüğüm insan da, diğer insanların gördüğü kişi de, içimde korktuğum insan da değilim. Hiçbirimiz değiliz. Mesela bazen çok korkusuz, bazen çok korkağım. Bazen kimsenin yapamayacağı bir şeye cesaret edip kendime yaparsın dediğim ya da tam tersi beceremem ki dediğim çok hallerimi gördüm.Tülin Özen’e ödül getiren Selman Nacar imzalı ‘Tereddüt Çizgisi’ Anadolu’da çalışan bir avukat üzerinden memleket ve adalete ilişkin meseleleri mercek altına alıyor.

◊ Filmler, ödüller, oyunlar... Sanat odaklı bir hayat mı seninki?

Sanat odaklı değil de bayağı sokak odaklı biriyim aslında.

◊ Sokak odaklı hayatında neler var?

En çok bir şeyler okumayı ve izlemeyi seviyorum ama onlar kadar herkesle sohbet etmeyi de seviyorum. Sokakta karşılaştığım her muhabbetle de bir kitapla ilgilendiğim kadar ilgilenirim.

◊ Peki, ne kadar aşk insanısın? 10 senedir Tansu Biçer’le birliktesiniz. İki güçlü oyuncu. İlişkinin odağı da sanat mı?

Asla değil, biz beraber tiyatro da yapıyoruz, oyunculukla çok zaman geçiriyoruz ama öyle bir hayatı ikimiz de tercih etmiyoruz. Şükür, bizim evde ‘Hamlet’ üzerine kavgalar edilmiyor, her ilişkide olan kendi kavgalarımız var.

◊ Sanat dedikodusu yapar mısınız?

Tansu ve benimle dedikodu yapılmaz.

◊ Aşkı nasıl anlatırsın?

Aşk bende korkusuzca davranabilme, meydan okuma hissi yaratıyor. Mesela ölümden daha az korkuyorsun gibi. O kadar yüksek bir şey var ki, hayatında geri kalan her şey bir anda daha az önemli hale geliyor. Tabii bu yükseklik sürdürülebilir bir şey değil, dolayısıyla da tarifi bir yerden sonra başka bir yere evriliyor.

DEPRESİFSEM KENDİ CANIMA OKUYORUM

◊ Yabancı eleştirmenler ‘Tereddüt Çizgisi’ndeki oyunculuğun ve filmdeki karakterinle ilgili güzel yorumlar yapmış. Canan senin gözünden nasıl biri ve bizi nasıl bir film bekliyor?

Canan son derece inatçı biri; hem kariyeri hem özel hayatında zor bir dönemden geçiyor. Annesini kaybetmek üzere ve onunla ilgili vicdani sorunları, suçlulukları, hisleri ve sevgisi de var. Biraz da mesleki deformasyonla her şeyi kontrol etmek, doğru yapmak istiyor. Zaten filmde de Canan’ın her şeyi kontrol etmeye çalışırken başına gelenleri görüyoruz.

◊ Sen de bu karakter gibi kontrol manyağı mısındır?

Yok, değilim. Savruk bir enerji içinde de gitmiyorum, derli topluyum ama o kadar da kontrol delisi değilim. Çünkü bir sürü şeyin kontrolünün bende olmadığını çok iyi biliyorum.

◊ Film adalet arayışına da odaklanıyor. Sen olsan adalet duygun mu yoksa vicdanın mı ağır basardı?

Tam o noktada ne yapacağımı ben de bilmiyorum. Zaten film de o noktada ne yapacağını bilmemenin filmi gibi. İzleyenlerin de kafaları karışıyor, ben olsam ne yapardım diye düşünüp cevap bulmaya çalışıyorlar.

◊ Sen hayatta ne kadar adil olmayı başardın?

Başka insanlara adil olmaya daha çok çalışıyorum, umarım başarıyorumdur. Ama kendime gelince günüme göre değişiyor, mesela azıcık depresifsem kendi canıma okuyorum.

◊ Sinemada genelde bağımsız filmlerde izledik seni. Sinemada istediğimi yapayım, televizyondan paramı kazanayım kafasında mısın?

O kadar akıllı değilim.

◊ Bunu akıl edememiş olamazsın.

Bunu akıl edebiliyorum ama uygulamada o kadar maharetli değilim. Televizyonla birtakım evlere giriyoruz, çocuklar ödev yaparken kafalarını kaldırıp bize bakıyorlar, oraya biraz daha saygılı bir şeyler sunalım istiyorum açıkçası.

◊ Bu anlamda senaryoya müdahale edebiliyor musun?

Edebildiğim kadar ederim ama sinemada daha özgür ve daha cesaretliyim.

◊ Peki televizyonda?

Televizyonda bütün bu ‘Sansüre hayır’larıma rağmen kendime göre başka türlü bir sansürüm var. O anlamda müdahaleye çalışıyorum, edemiyorsam ya ayrılıyor ya da işten atılıyorum.

2024-05-05T04:02:17Z dg43tfdfdgfd